22 Mart 2009 Pazar

Kentsoylu doğulmaz, kentsoylu olunur!



Metro, en çok hızlı olması açısından kullandığımız bir toplu taşıma aracı değil mi? Yani çabukluk, pratiklik, serilik işin özünde var. Bu sebeple ki, 4Levent'ten Taksim'e 15 dakikada gidersin. Hızlı olan sadece aracın kendisi değil, metro kültürü dolayısıyla sensindir artık. O zaman neden jeton gişesinin önüne geldiğinde bir saat çantanın içini kurcalayıp önce cüzdanını bulup sonra içinden bozuk paralarını bulup onları ayıklayıp yeter miktarda bozuk parayı avucunda denkleştirinceye kadar seni bekliyorum ben? Bak benim bir dört yüzüm avucumda şıngırdıyor. Daha metro istasyonuna girmeden hazırlamışım paramı ki, hemen jetonumu alıp gideyim. Bekleme yapmayayım, bekletme de yapmayayım. Anlamıyorum bu insanları. Önceden paranı hazırlasan da beni de gişenin önünde ağaç etmesen olmuyor mu? Aynı durum bütün para verip paraüstü alanlar için de geçerli. Paraüstü alma işlemini hafif sola kayarak yapsan gişenin de önünü kapatmamış olursun. Böylece sıra seri olarak akmaya devam eder. Metro bu yahu hızlı bir şey işte! Niye akışı bozuyorsun. Orada sana gelinceye kadar tıkır tıkır işleyen bir sistem var. Aksatma sistemi. Bozma metronun ritmini, bozma benim sinirimi.

Kafamın basmadığı, anlayamadığım bir şey daha var ki, neden ısrarla yürüyen merdivenlerdeki sol şeridi tıkıyorsun? Orası yoluna devam etmek isteyenler için. Karayolu trafiğinde de böyle bu. Sol şerit, akarşerit. Yavaş gideceksen sağa geçmen lazım. Metro yürüyenmerdiveninde durmak istiyorsan sağda dur. Solu aç. Kafamda siren mi olması lazım illa? Hayır bir de müsade istediğinde de ters ters bakıp ne acelen var diyorlar. Senin ne derdin var peki? Anlayamıyorum...

21 Mart 2009 Cumartesi

Zaten parası çok niye ona her şey bedava?


Bugün konuşuyorduk, aslında Vahide anlatıyordu baktım ben de anlamıyorum dedim yazayım o zaman. Bazen onun anlamadığını ben de anlamıyorum. Havaalanlarında diyorum siaypi ve viaypi salonları var. Plütonyum kartı filan olanlar giribeliyor hani. Müstesna müşteriler, özel ve ayrıcalıklı olanlar... Bu salonlarda bu viaypi ve siaypi konumlu insanlara her şey beleş. Ne yediğine para veriyor ne içtiğine... Sen bir şişe küçük suya beş milyon öde, kahveye on milyon ver, bi kaşarlı tost ye, yedi milyon bayıl; adam viaypide siaypide yesin içsin, internete girsin, ne halt ederse etsin tek kuruş para vermesin. Yav adamın zaten parası çok, niye ona bedava? Parası az olana bedava olsun bi anlamı olsun. Anlamıyorum ben bu zihniyeti!

19 Mart 2009 Perşembe

Sapık baba itiraf etti çünkü...

Bu bir gazate haberi. Zaten epey de bir süredir gündemde...

Avusturya’da 24 yıl evinin bodrumuna kapattığı kızından 7 çocuk sahibi olan baba, tüm suçlamaları kabul etti. 24 yıl içinde kızına 3 bin defa tecavüz eden sapık babanın suçunu neden itiraf ettiği de ortaya çıktı. Alman Bild gazetesinin haberine göre Josef Fritzl'ın itirafta bulunmasının nedeni 42 yaşında olan kızının da duruşma salonunda bulunmasıydı. Yargıcın fikrini neden değiştirdiğini sorması üzerine Fritzl, kızının video tanıklığının etkisi olduğunu söyledi.

İnsanı anlamak güç. İd, ego, süperego; kafayı kırdı adamlar yıllar yılı insanla. Benim derdim insanı anlamakla değil... Derdim sapık babayla da değil; "anne"yle...

24 yıl. Kendi evinin bodrum katı. 7 tane çocuk.

Gerekçe, "özel yaşam" alanına gösterilen saygı.

Kapanan göz, tıkanan kulak, bağlanan dil...

Freudyen bir bakışla; sapkınlık hepimizin doğasında var. Kimimiz gizliyoruz, kimimiz kendimizi eğitiyoruz, kimimiz dışavuruyoruz...

Adamı geçiyorum.
Geçiyorum ama kadını bir türlü aklım almıyor... Bir insanın algılarının bu denli kapalı olabileceği ihtimalini varsayamıyorum. Yok. Mümkün değil. Anlamıyorum.

16 Mart 2009 Pazartesi

Seçim..? Dur seçiyim...

Cağnım halkımın oy kullanma anlayışı:

"Bu sabah karşıma çıkan ilk seçim bayrağı hangi partiye aitse, ona oy vericem!"

"Ayy, canım şu bayrağın rengine baaaaaak... Aşkım buna oy verelim miii?"

olsaydı şayet -ki evet, belki bu kadar olmasa da bazıları için durum buna benzer olabilir- sokaklara bayrak asmanın mantığı üzerine yazabilirdim bu yazıyı. Ama değil malesef ya da neyse ki değil...


Siyasi partiler, siyasi görüşleriyle anılırlar; değil mi? Ben mi bişey kaçırıyorum?


"Anne, Ceza'nın şarkısını çalan partiye oy verelim mi bu sefer?"


Ver evladım.
Kullanacağın oyu bangır bangır sokaklarda gezen seçim arabalarına, her sokağa gecenin bi yarısı gerilen bayraklara, billboardlara, otobüs duraklarına göre vericeksen, ver evladım. Bi' aferim de benden çocuğuma...

Yok, denedim ama olmuyor. Zinhar anlamıyorum. Kati suretle havsalam almıyor; dimağıma sığdıramıyorum.

Nerden yazılıyo bu blog'a?

Ff, ben bu blog olayından hiçbir şey anlamıyorum... Kafam basmıyor; havsalam almıyor. Hele dimağıma hiç şığmıyor.

Kuş sürüsü mü?

Şimdi dünyada iki tane büyük uçak firması var değil mi? Yani bilinen en büyük. Başkaları da vardır illa ki. Nedir bunlar? Biri Boeing, öbürü Airbus. ikisi de devasa fabrikalarında uçak üretiyor. Bu alanda birbirleriyle çok sıkı rekabet halindeler. Bu uçaklar ki bir motoru bilmem kaç ton ağırlığında, bilmem kaç yüz bin beygir gücünde. Bilmem kaç yüz yolcu taşıyor. Hiç aktarmaya gerek kalmadan binlerce mil uçabiliyorlar. Yani öyle bir teknolojik altyapı, güvenlik, tasarım, milimetrik hesaplar, küçücük detaylar var ki işin içinde akıllara ziyan. Bunun sonucunda adamlar şunu diyebiliyorlar: Kardeşim bu uçağın düşmesi için pilotun hani neredeyse bunu kasıtlı olarak yapması lazım. Bir motor devre dışı kalsa öbürü giriyor, ona bişey olsa diğeri giriyor, neredeyse her türlü hava koşulunda uçabiliyorlar. Sonuçta bi tane tüpe takılmış iki kanatın yaptığı işe bak sen, okyanuslar geçiyor, hiçbir koşulda bi şey olmuyor da
O devasa makinenin motoruna Allahın kuş sürüsü girince kıyamet kopuyor. Yani nasıl oluyor da oluyor anlamıyorum. Akıl almaz durumlara çare bulan onca mühendis, onca okumuş etmiş adam, onca teknik personel, motora kuş sürüsü kaçma hikayesine bir çözüm bulamıyor. Aklım almıyor, kafam basmıyor bi türlü anlamıyorum. Sen kalk milyor dolorluk uçan makine yap -ki az daha gelişse uzay gemisi işte- Sonra noldu? İçine leylek kaçtı!